Orhan’ın Kadirli’de yaşadığı yıllar. Lise son sınıftaydı, onun arabasıyla beş kafadar her hafta plajı olan bir yere giderdi.

                                                                      

Samandağ, Arsuz, Dörtyol, Erzin (Burnaz),Karataş ve o zamanlar tatil köylerinin olmadığı Mersin’den Kızkalesi’ne kadar olan plajlara. O haftanın cumartesi günü, bir adı da Ayas olan Yumurtalık’a gitmeye karar verdiler.

Akşamdan tüm hazırlıklar yapılıp sabah erken yola çıkıldı. Ceyhan İlçesi’nin içinden geçerek, oldukça dar ve çok dönemeçli yolu arkada bırakılarak Yumurtalık’a geldiler. Plajdaki soyunma yerinde giysilerini değiştirilip mayolarını giyerek doğru denize…

Hafta sonu olduğu için plaj oldukça kalabalıktı. Öğleye kadar denizin tadını çıkartarak yüzdüler, oyunlar oynayıp, zamanı değerlendirdiler. İçlerinde en çapkını Cemal’di. Cemal arada arkadaşlarından uzaklaşıp çevredeki kızlarla ilgileniyordu. Bu kez, az ileride grup oldukları anlaşılan kızların arasına girmeye çalışıyor ama bir türlü beceremiyordu.  Başarısız her denemesinden sonra yüzü asık olarak arkadaşlarının yanına geliyor, onların alaylı takılmalarıyla karşılaşıyordu. Cemal’in bu başarısız ataklarına canı sıkılan, içlerindeki en yakışıklı Orhan, Cemal’e:

-Sen beceremedin, bak ben neler yapıyorum.

 Orhan, kulaç atarak kızların yanına giderken oynadıkları topun yakınına düşmesini fırsata çevirip, topu onlara pas olarak attı. Kızlar gelen topu aralarında çevirip Orhan’a pas atmalarını bırakın, onu öteki oyunlarına da aldılar. Orhan’ın gözü arkadaşlarındaydı, arada bir el sallayarak onlara hava atıyordu. Mola verdiklerinde kızların hepsi Orhan’ın başına toplanıp tanışma çabasına girdiler. O gerçekten yakışıklı bir delikanlıydı.1.82 boy, ona orantılı kilo, zamanın modası uzun saç, uzun favori ve güzel konuşma. Tanışma faslında kızların Ceyhan Lisesi’nde son sınıf öğrencisi olduğunu, her hafta sonu bu plaja geldiklerini öğrendi. Senli, benli konuşmalardan sonra kızlardan İzin alarak savaş kazanmış komutan edasıyla arkadaşlarının yanına geldi. Çapkın Cemal’in yüzü turşu satıyordu. Öteki arkadaşları onu kutladılar sevgiyle. Öğlen olmuş, acıkmışlardı.

 Yıllar sonra Yılmaz Güney’in savcı öldüreceği lokantaya çıktılar. Az sonra da kızlar Orhanların masasına yakın bir masaya yerleşti. Orhan’ın kızlardan yana dönerek sarkıttığı selama onlar gülümseyerek yanıt verdiler. Yemekler yenmiş, çaylar içilirken Ali Kadirli’den getirdikleri kocaman Halep Karası Karpuzu masanın üzerine koydu. Garsonu çağırıp karpuzun kesilmesini sağladı. Orhan dilimlenmiş iki büyük tabak kıpkırmızı karpuzu kızların masasına götürme inceliğini gösterdi.

Cemal’in dışındakiler durmuyor Orhan’dan kendilerini kızlarla tanıştırmasını istiyorlardı. O nazlanıyor, hiç de oralı olmuyordu. İki masada sohbetler gırla giderken Orhan yanı başındaki kızların konuşmasına kulak kabarttı, onlar yüzerek denizin içindeki kaleye gideceklerdi.                     

Kızların toparlanıp denize girmelerinden sonra bizimkiler de kalktı. Orhan yüzmeyi iyi bildiği için hemen suya daldı, ötekiler de ardından. Kızlar kulaç vurup gidiyorlardı, suyun yüzünde. En öndeki Orhan yavaşlamaya başladı, yorulmuştu. Ötekiler yarı yüzerek, yarı çırpınarak Orhan’ın yanına geldiler. Kolları kalkmaz, bacakları hareket etmez olmuş, hepsini kaygı almıştı. Bir yanda utangaçlık, diğer yanda can korkusu. Sahilden kaleye insan taşıyan motorlu sandal yetişmeseydi durumları gerçekten kötüydü. Kaptan cankurtaran yelekleri atarak onları yukarı aldı. Kızlar kaleye çıkmışlardı bile.

Kaleye geldiklerinde sandaldan inerken Orhan’ın gözleri kızları arıyordu. Az ileride kale duvarının gölgesinde oturduklarını gördü. Doğru kızların yanına gidip oldubittiye getirerek, herkesi birbiriyle tanıştırdı. Kızlar her hafta sonu buraya geldiklerinden vücutlarının alışkın olduğunu bu yüzden kolayca yüzdüklerini, onların yorulmalarının olağan olduğunu, üzülmemelerini söylediler gülerek. Bizimkilerin yüzü kızarmıyor, kızlar konuştukça gülüyor, zevkten dört köşe oluyorlardı. Cemal’in yüzü halen asıktı.

 Ali Ayşe’yi gözüne kestirmiş olmalıki yanına sokulmaya çalışıyor, konuşarak, el, kol hareketleriyle. Hasan, esmer, uzun boylu, sürekli gülen Semiha’nın etrafında kıvranıyordu. Cemal ve Kazım da öyle bir belirti yok, iş olsun gibisinden konuşup duruyorlar.

Hepsi birden kalenin tarihini anlatan kılavuzun grubuna katılıp onlarla gezmeye başladılar.
               Kılavuz ören yerlerini gösterip anlatıyor:

-Antik Kilikya’nın önemli liman kenti olan Aigeai MÖ 1.yüzyılda en parlak dönemini yaşamış. Kentin ayakta kalan eserleri: Ayas Sur ve Kalesi, Süleyman Kulesi, Kız(Atlas) Kalesi ve Marko Polo İskelesidir. Askelpieion adı verilen Helenistik döneme ait olan ayrıca hastane ve tapınak kalıntılarıyla ünlü kenti Marko Polo doğuya yaptığı gezide iki kez ziyaret etmiş. Bu kalenin 1536 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Bir Makedonya kolonisi tarafından liman şehri olarak kurulan ve bundan önceki tarihi bilinmeyen stratejik öneme sahip Ayas (Yumurtalık)Roma devri boyunca uğrak yeri ve donanma üssü olarak kullanılmış. Osmanlı hâkimiyetine kadar Roma, Pers, Bizans, Haçlı, Ermeni, Memluk ve Ramazanoğluların elinde kalan Ayas Kalesi 1266 yılından 1347 yılına kadar defalarca Memluk saldırısına uğramış ve tahrip edilmiş. Şehir 1347 yılında kesin olarak Mumlukların eline geçmiş ve bu nedenle şehir yıkılıp yeniden düzenlenmiş…

Ali ile Ayşe guruptan ayrılıp kalenin iç kısmına yollandılar. Az sonra da Hasan ve Semiha.

Dönüş zamanı gelmiş ama bizimkiler ortada yoktu. Bir zaman sonra çıkıp geldiler sallana sallana. Kızlar yine yüzerek, bizimkiler sandalla döneceklerdi.

Bu kez onlar kızlardan önce gelmiş, kumun üzerindeki gölgeliğin altına uzanmışlardı. Kızlar plaja çıkarken onların yanına koşup suyun içinde oynaşıp, şakalaşmaya başladılar. İki liseli gurup kısa zamanda birbirlerine alışmış, kaynaşmışlardı.

Orhan bir ara Sevgi ile topluluktan ayrılıp:

-Akşamı burada geçirmemize ne dersin, müzikli yer olup olmadığını araştırdım, yemek yediğimiz yerde eğlence varmış, garsona yer ayırmasını söyleyeyim mi?

Bu öneri karşısında duraksayan Sevgi, “geç kalmamak şartıyla” olabileceğini söyledi. Arkadaşlarının yanına giderek müjdeyi verdiler. Bu habere kızlı, erkekli hepsi öyle sevindiler ki! Dinlence başlayana kadar plajda zaman geçirdiler, kâh yüzerek, kâh kumda oynayarak.

Sonunda zaman gelmişti, giysilerini değiştirip, kendileri için hazırlanan birleştirilmiş masaya oturdular. Yemekler yenirken başlayan ağır müzik yerini yavaş yavaş hafif müziğe bırakıyordu. Derken oldukça genç ve güzel bir solist çıktı sahneye ve ortalığı kasıp kavurdu, havanın sıcaklığı kimsenin umurunda değildi.

 Temizlenen masada yalnız meze ve içkiler kalmıştı. Müziğin türüne göre sahneye çıkıp oyunlar oynanıyor, dans ediliyor, beraber şarkı, türkü söyleniyordu. Felekten bir gece çalma. Hepsi o kadar mutluydu ki. Orhan garsona artık içki getirmemesini söyledi. Zira buradan kalktıktan sonra epeyce yol gideceklerdi. Müziğin iyice hareketlendiği bir zamanda Sevgi, yanı başında oturan Orhan’ı dürterek kalkma zamanlarının geldiğini belli etti. Orhan:

-Çok iyi eğleniyorlar, kendilerinden geçtiler, hepsi keyifli, biraz daha zaman tanıyalım onlara.

 Romantik bir müzik çalıyordu.

Orhan:

-Hadi bizde kalkalım.

İki arkadaş dans ederek zaman doldurdular.

Hapsinin masaya geldiğinde Sevgi kızlara artık gitme zamanlarının geldiğini, hazırlanmalarını söyledi.

Orhan, Sevgi’ye:

-Güzel bir gün geçirdik, ilgine teşekkür ederim. İyi bir dost kazandığımı sanıyorum.

 Sevgi:

-Senin yüzünde şeytan tüyü varmış, inan şimdiye kadar bu plajda bize hiç bir erkek yanaşamadı, topu bize attığında dilim tutulmuş bir şey diyememiştim. Kaledeki sohbetlerimizde içim ısındı sana. Böylesine güzel bir gün için ben de sana teşekkür ederim. Biz her hafta sonu buradayız, başka gidecek yerimiz yok, gelirseniz seviniriz.

-Orhan içinden:

-Esas sevinen biz oluruz, elbette geliriz.

Kızları Yumurtalık dolmuşlarına kadar getirip, vedalaşarak ayrılacaklardı ama Ali ve Ayşe, Hasan ile Semiha yine ortalıkta yoktu. Yumurtalık’a gidecek son dolmuş olduğundan sürücüye, arkadaşları gelene kadar beklemesini rica ettiler. Oldukça uzun bir zaman sonra gelenlere Sevgi güzel bir fırça attı.

-Nerede kaldınız, bu saatten sonra dolmuş olmadığını bilmiyor musunuz?

Orhan araya girip Sevgi’yi yatıştırarak vedalaşıp ayrıldılar.

Yumurtalık’a kadar dolmuş önde, onlar arkada... Kızlar dolmuştan indi, bizimkiler arabadan.

Ayşe yanına gidip Ali’nin kolundan çekerek:

-Hadi size soğuk bir şeyler ısmarlayayım.

Sevgi:

-Geç oldu ama.

Semiha:

-Nasıl olsa buraya geldik. Gerisi önemli değil.

Sevgi, Orhan’a baktı, gülümsedi, ötekiler de bu duruma sevinmişti. Ali’nin kolundaki Ayşe’nin arkasına takıldılar. Geldikleri yer, güzel bir pastaneydi.

Kapıdaki garson:

-Buyurun, Hanımefendi.

İçeri girip masaya oturduklarında saat 23.45 sıralarıydı. Sevgi garsona elini çabuk tutmasını söylemesinden sonra garson elini çabuk tutup siparişleri aldı. Dondurmalar, tatlılar soğuk içecekler…

Ayşe’nin kasaya doğru gittiğini gören Ali bir hışımla gidip elinden tutarak,

-Ne yapıyorsun sen!

Ayşe ona, o Ayşe’ye…Sen….Ben….

Hiç Hesapta olmayan Kâzım:

-Çekilin oradan!

                Veee, yeniden vedalaşma.

Bizimkiler hafta sonlarını iple çeker olmuş, hepsi ayrı ayrı plan kuruyordu. Cemal kararsız mızıldanıp duruyor. Gitmeler, gelmeler… Karşılıklı hediyeler… Gönüllerince geçen hafta sonları okullar bitene kadar sürdü.

Hiç hesapta olmayan bu “DENİZLİ GÜNLER” yıllar sonra iki çiftin evlenmesine aracı olmuştu Karpuzcu Ali ile Ayşe, Hasan ile Semiha’nın yakınlıkları evlenip hayatlarını birleştirmelerinde güzellik buldu. Lise bitti, fakülte bitti, derken evlenip, çoluk- çocuğa karıştılar.

Orhan’la Sevgi arasına duygusal bir ilişki yoktu, dost olarak kaldılar yıllarca, öyle de sürüyor. Orhan, üniversite okuyamadı, Sevgi İstanbul’da tıp okudu, orada yaşıyor.

Ne güzel şey hayatı dostlarla doyasıya yaşamak!